Welcome to Our Website

Deliye her gün bayram

Bilmem bana mı öyle geliyor da ne hızlı geçmiş zaman ya!

Daha dün yılbaşıydı, senenin yarısı bitmiş- gitmiş bile! Gerçi ömür geçiyor, sene bitse n’olur deseniz, haklısınız bence de!

Bir bayram daha geldi çatı bile! ‘Sana kurban olurum diyen aslan yüreklileri görelim işte!

Günümüzde et yemek, kavurma pişirmek, tatilin 9 güne çıkarılmasıyla ifade edilse de mevzunun önemi, hayli derinlerde! Kurban, derin bir adanmışlık, Allah için fedakârlık, ona teslimiyeti ve şükürdür islamiyette! 

Kurban Bayramının tarihi, Hz. İbrahim’in hikayesi ile başlıyor malum! Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etmeye razı gelmesi, Allah’a tamamen teslim oluşun en özel örneği!

Hz. İbrahim Aleyhisselam’ın bir türlü çocuğu olmuyor. O da ellerini kaldırarak Allah’a ona hayırlı bir evlat vermesi için dua ediyor ve bir çocuğu oluyor. Adı İsmail olan bu çocuk büyüyüp de delikanlı olduğu zamanda Hz. İbrahim bir gece rüyasında oğlunu Allah’a kurban ettiğini görüyor. Tekrar tekrar aynı rüyayı görmeye başlayan Hz. İbrahim’in hikayesi de böylece başlamış oluyor. Hz. İbrahim oğlunun da rızasını alarak onu Mina’ya götürüyor. Hz. İsmail’i Allah’a kurban etmek üzere bıçağı ile oğlunun boğazına dokunuyor ancak bıçak kesmiyor. Tekrar tekrar denemesine rağmen bıçağın kesmemesine şaşırırken Allahü Teala, Hz. İbrahim’e bir koç göndererek bunu kurban olarak kabul edeceğini bildiriyor. Kendisine gönderilen kurbanlık koçu kesen Hz. İbrahim, böylece canından çok sevdiği oğlunu kesmekten kurtuluyor. Bu hikaye, kurban ayeti olarak da bilinen Saffat suresinde de geçiyor.

Tam bir teslimiyet işte! Tevekkül de bu değil mi zaten, bırakıp kendini Allah’a ‘Ne eylerse güzel eyler’ diyebilmek! Şimdiler de ne tevekkül kaldı ne de eski bayramlar! Uzun bayram sofraları, öpülen eller, bayramlık kıyafetleri çoktan geçtim de enerjisi, coşkusu, ümidi de kalmadı ki işte! Canlı canlı kesilen kurbanlıkların, can havliyle kendini denize atıp yüzen danaların, tatil derdiyle kendini şehir dışına- yurt dışına atan insanların zamanı oldu bayram! Kimbilir belki de eskiyen bayramlar değil bizizdir, değişen de bayramlar değil, yine biz!

Ailenin, el öpmenin, vefanın ne demek olduğu unutuldukça, bayramlar da küf kokmaya başladı. Yaşlıların, özlem çekenlerin, kimsesizlerin umutla yolunu gözlediği bayram, işten uzaklaşma, okuldan kaytarma, şehirden kaçma demek oldu artık. Günler öncesinden, el emeği göz nuruyla yazılan tebrik kartlarının yerini herkese gönderilen, birbirinin aynı, matbu mesajlar aldı. Ne horoz şekerlerinin eski tadı kaldı, ne de yiyenler, aynı tadı buluyor. Mendil içinde harçlık bekleyen çocuklar kalmadı, hoş mendil veren nesil de yok artık!

Bayram AİLE demek benim için huzur demek! Baba omzu, anne kucağı, kardeş eli, evlat kokusu demek bayram! Barış demek, özgürlük demek, mutluluk demek !

Küçücük kalbime kocaman bir dünya sığdırabilmek! Gülmek, özlemek, sevinmek demek!

Ve de tüm sevdiklerime ‘kurban olabilmek!

Valla bana her gün bayram zaten de

Bugünü de usulen kutlamak gerek!

MUTLU BAYRAMLAR!

……………………….*…………………………

Mutluluk

Hayat pahalılığı, uyutulacağı söylenen sokak hayvanları, Rusya- Ukrayna/ İsrail- Filistin Savaşları derken en az kullandığımız kelime Mutluluk olmuş biliyor musunuz?

Önceden dilimizden düşmeyen, yaşamın amacı sandığımız, ömrümüzü onu bulmaya ve yaşamaya adadığımız mutluluğu, bu aralar değil yaşamak, kelime olarak kullanmıyormuşuz bile! Yalnız bunu ben söylemiyorum, resmi raporlar söylüyor, onu diyeyim de!

Her yıl yayınlanan Dünya Mutluluk Raporu’nun 2024 yılı verileri yayınlandı. Listenin başında yıllardır olduğu gibi Finlandiya yer alırken, Danimarka, az farkla listenin ikinci sırasında!

Biz kaçıncı sıradayız diye sormayın hiç, listeye girememişiz bile valla!

Danimarka ve Finlandiya’nın üst sıraları yıllardır kimseye kaptırmamalarının sebebi olmalı mutlaka, vatandaşları bu kadar mutluysa, bir sırrı vardır illa! İşte raporda bu sırra değinilmiş, bir ülkede vatandaşların nasıl mutlu olacağı, açık olarak belirtilmiş. Hem Danimarka hem de Finlandiya’nın ortak noktası, başarısız olmanıza izin veren refah sistemiymiş. İşsiz kaldığınızda işsizlik yardımlarından destek alabilir, hastalandığınızda fatura veya bakım konusunda yardım edilirmiş. Yeni doğan bebeğinize bakmak için 1 yıl boyunca işten izin alabilir ve ardından yüzde 75’i devlet tarafından finanse edilen çocuk bakımını kullanarak işinize geri dönebilirmişsiniz. Üstelik öğrencilere yaşam masrafları için burs ödenen üniversiteler de dahil olmak üzere eğitim ücretsizmiş! Bunun yanında bizde mazide bir yara olarak kalan ‘güven’ meselesi, o ülkelerin en büyük güvencesiymiş. Çocuklar dışarıda rahatça bebek aralarında uyuyabiliyor, 7-8 yaşındaki çocuklar tek başına okula gidebiliyormuş.

Ulu önder Atatürk’ün ‘muasır medeniyetler zirvesi’ dediği noktaya, ulaşmış demek bu ülkeler! Biz hala kadınların dövülmesi, çocukların istismar edilmesi, sokak hayvanlarının öldürülmesi, ağaçların kesilmesi ile uğraşıyoruz! Ekonomik problemlerle, sağlık sorunlarıyla başa çıkamıyoruz, ailemizi ihmal ediyoruz, ikili ilişkileri, dostlukları yönetemiyor, hiçbir şeye yetişemiyoruz! Tüm bunların sonunda da mutsuzuz, mutsuz!

Şimdi burada ‘para mutluluk getirmez’, ‘parayla saadet olmaz’ muhabbetine girmeyeceğim elbet! Karnın açken, dışarda donarken, borçlar almış başını giderken aman da aman çok mutluyum diyecek hali yok kimsenin! Tatile gidemezken, istediklerini giyemez, yiyemezken, sevgilini gezdiremez, çocuğunu okutamazken parasız da mutlu olunur mu diyeceğim?

Demeyeceğim tabi ama ‘Bırakın dağınık kalsın’ dememi de beklemeyin benden! Daha çok çalışacak, uğraşıp emek harcayacak, bu arada da hayatı ıskalamayacağız! Hazır mevsimi de gelmişken, 1 koltuğa değil iki, bir sürü karpuz sığdıracağız! En önemlisi de kendimize odaklanıp çevremizi unutmayacağız çünkü mutluluk bulaşıcıymış, kesin bilgi- inanacağız!

Aslında ne yolun sonunda mutluluk ne de Kaf Dağı’nın zirvesinde! En içimizde!

Bulamazsanız mutluluğu eğer hiçbir yerde, bir çiçeğe bir kuşa bir çocuğa bakın;

Karşılıksız sevgiyle bezeli saf mutluluğu, onlar gösterecektir size!

…………………………………*……………………………………. 

Seviyor, Sevmiyor…

Aslında baharımsı bir yazı bu ama kışın ardından gelmesi beklenen bahar gelmeyip mevsim direkt yaza bağlanınca, kelebekler yazın kondu satırlarıma!

Enteresan kelebeğin hayatı! Tırtılların çoğu kelebek olma aşamasına gelemez. Dut yapraklarını yiyerek büyüyen tırtıllar, kuru dallara ya da çalılıklara yerleşerek kendilerine koza örmeye başlarlar. Tırtılın ağzından salgıladığı tükürük havaya değer değmez sertleşir ve ipek ipliklerini oluşturur. Tırtıl, yaklaşık 800 metrelik tek ipek telinden bir koza örer ve kendini bunun içine hapseder. 2-3 hafta içinde, kozanın içindeki gelişimini tamamlar ve kelebek olur. Kozayı deler ve kanatlarını çırpa çırpa uçmaya başlar. Büyük bir yaşama sevinciyle, çiçekten çiçeğe uçarak güzelliğini herkese sunar. Ama bu kadar uğraş, çaba, emek sonucu kazanılan yaşam, sadece 1 gündür!

Evet 1 gün! Düşünüyorum da değer mi tırtılın kelebek olma çabası, sadece 1 gün yaşamak adına?

Değiyormuş valla! O çirkin tırtıl, güzelleşir kelebek olunca! Kozasından çıkıp hayata karışmayı, kanat çırpmayı tercih etmiştir, sonu ölüm dahi olsa!

Bizler ise süregiden bir yalnızlık içinde; içine girip saklandığımız kozada kurumasını da bilmiyoruz, kelebek olup uçmasını da! Ömürleri bir gün diye acıyoruz kelebeklere ama kendimize hiç acımıyoruz, boşa giden günlerimize de!

“Günlerden bir gün, küçük bir tırtıl hayata gözlerini açmış. Kendine güvenli bir yer bularak kozasını örmüş ve kozanın içinde geçirdiği uzun sürenin sonunda da rengârenk kanatlı bir kelebek olmuş. Kelebek olmanın verdiği mutlulukla uçmaya başlamış. Dağlar tepeler aşmış, ormanın her yerini dolaşmış. Derken bir vadiye gelmiş, rengârenk çiçeklerin bulunduğu bir vadiye! Etrafına şaşkın şaşkın bakarken bir papatya görmüş. Bir anda afallamış, ne düşüneceğini, ne yapacağını bilememiş. İçinden; “Ne muhteşem bir çiçek” diye geçirmiş ve doğruca onun yanında almış soluğu!

“Merhaba” demiş papatyaya!

Nazlı papatya şöyle bir bakmış konuğuna ve o da; “Merhaba” demiş ve konuşmaya başlamışlar. Birbirlerine hayat hikâyelerini, nerede dünyaya geldiklerini, geçtikleri ormanları, tepeleri anlatmışlar. Gece olunca beraber yıldızları ve ateş böceklerinin danslarını seyretmişler. Kelebek papatyayı çok sevmiş, o kadar çok sevmiş ki bir türlü onun yanından gidememiş. Bir yandan da papatyanın onu sevip sevmediğini merak ediyormuş ama bunu soracak cesareti yokmuş. Onu üzmekten, incitmekten korkmuş. Oysa papatya da kelebeği çok sevmiş ama o da bir türlü söyleyememiş. Duygularının karşılığı olmadığından, kelebeği kaybedeceğinden çekinmiş. Böylece iki sevgili yan yana, sevgilerini belli etmeden saatlerce sohbet etmişler, birlikte vakit geçirmişler. Zaman geçip de kelebek artık zamanının kalmadığını, gücünün tükenmeye başladığını anlayınca, papatyaya dönmüş ve; “Üzgünüm ama artık gitmem gerek” demiş. Papatya buna bir anlam verememiş; “Neden?” demiş, “Yoksa benim yanımda mutsuz musun?”

“Hayır” demiş kelebek! “Bilakis sen benim hayatıma anlam kattın. Fakat biz kelebeklerin ömrü sadece bir gündür ve ne yazık ki ben de ömrümü tamamladım!”

Papatya bu duruma çok üzülmüş ama yapacak bir şey yokmuş. Kelebek, yere düşüp de gücü kalmadığını, daha fazla tutunamayacağını fark  ettiğinde son bir gayretle papatyaya;

“Seni seviyorum” demiş ve oracıkta hayatını kaybetmiş.

Papatya, hiçbir şey diyememiş ve gözyaşlarına boğulmuş. İçinden “Keşke onun da beni sevdiğini bilseydim. Keşke onu sevdiğimi söyleyebilseydim!” diye geçirmiş.

Papatya, sevdiğinin onu sevdiğini bilmeden geçirdiği günlerin acısına dayanamamış. Bir süre sonra yaprakları önce solmuş sonra da dökülmeye başlamış. Her düşen yaprakta papatya; “Seviyormuş” diye geçirmiş içinden ve dökülen son yaprakla birlikte düşmüş yere, kavuşmuş kelebeğine!

İşte o günden beri, bunu bilen âşıklar sevdiklerine soramadıklarını hep papatyalara sormuş:

“Seviyor mu, sevmiyor mu…?”

…………………………….*…………………………

 HAFTANIN EN’LERİ 

Haftanın Sallantısı: İskoçya’nın başkenti Edinburgh’da konser veren Taylor Swift, şehri salladı! Salladı derken mecaz anlamıyla değil, doğrudan sözlük anlamıyla! Ünlü şarkıcının 70 binden fazla hayranı, Murrayfield Stadyumu’nda deprem etkisi yarattı! İngiliz Jeolojik Araştırma Kurumu’na göre, Taylor Swift’in şarkılarına eşlik ederek dans eden seyirciler, deprem izleme istasyonlarında sismik aktivitenin kaydedilmesine yol açtı! Valla bizim deyimler, gerçek oluyor. Umarım sallan- yuvarlan yaşamayız, en azından sözlük anlamıyla! 

Haftanın Kaybı:  70’li yılların jön aktörlerinden, Türk sinemasının beyefendi oyuncusu Murat Soydan, ne yazık ki hayatını kaybetti! 1972 yılında 9. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ‘Zulüm’ filmindeki rolüyle ‘En İyi Erkek Oyuncu’ ödülünü de kazanan Soydan, mütevazi kişiliği ve yakışıklılığı ile gönülleri fethetmişti. Allah rahmet eylesin, nurlarda uyusun inşallah! 

Haftanın Sigortası: Wanda yengemizden geldi! Galatasaray’ın yıldız oyuncusu Mauro Icardi’nin eşi Wanda Nara, servet değerindeki 160’tan fazla çantasını gözler önüne sererek  hırsızlığa karşı sigortalattı! Parmak izi ve şifreyle mühürlenmiş 3 kapıdan geçilerek ulaşılan çanta odasındaki çantaların fiyatı servet değerinde! Onca ihtimam ve özeni görünce, bazen çanta olmak ister, işte öyle! 

Haftanın Testi: Bal testi! Balın saf ve doğal olup olmadığını anlamak meğer ne kolaymış! Bir bardak ılık suya bir kaşık bal ekleyip karıştırıyormuşuz. Eğer bal belirli türden şeker şuruplarıyla karıştırıldıysa suda çözünmeye başlarmış. Ya da balı kağıt havluya damlatınca bal kağıt tarafından emilirse bala su katılmış, emilmezse katılmamış demekmiş! Ağzımdan bal damlıyor gördüğünüz gibi, bal dediğin ciddi meseleymiş! 

Haftanın Şampiyonu: Ogeday oldu! Survivor All Star 2024 finalinde Nefise ile karşı karşıya gelen Ogeday, 6-2’lik skorla galip gelerek kupanın sahibi oldu! Hemen herkesin onun hakkı olduğunu can-ı yürekten söylediği gibi şampiyonluğa yakışan bir isim Ogeday gerçekten! Helal olsun diyorum ve kendisini yürekten kutluyorum!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir